Çoğumuz yaşamımızı sanki gizli bir hedef konmuş,bir şekilde herşeyi yapmamız gerekiyormuş gibi süreriz.Gece geç saatlere kadar çalışıp erken kalkarız,eğlenmekten kaçınır ve sevdiklerimizi beklemede bırakırız.Ne yazık ki tanıdığım birçok insan sevdikleri insanı öyle uzun bir zaman beklemede bırakmışlardır ki,sevdikleri insan onlara olan ilgisini kaybedip ilişkiyi bitirmiştir.Eskiden bende bu hatayı yapardım.Çoğu kez yapılacak işler listemize olan saplantımızın geçici olduğuna kendimizi inandırırız;hele şu listeyi bir bitirelim,sonra rahatlayıp mutlu olacağımızı söyleriz.Ama gerçekte bu pek olmaz.Listedeki her bir madde silindikçe yerine hemen yenisi eklenir.
Yapılacak işler listesi doğal olarak pek boş kalmayacak,içinde hep uğraşmamızı gerektiren maddeler olacaktır.Daima yapılması gereken telefon görüşmeleri,bitirilmesi gereken projeler ve tamamlanması gereken işler olacaktır.Aslında dolu bir dolu bir yapılacak işler listesi için başarının ana öğesi bile denilebilir.Bunun anlamı sizin zamanınıza olan taleptir.
Her kim olursanız olun,ne iş yaparsanız yapın,şunu unutmayın ki,dünyada hiç birşey sizin ve sevdiklerinizin mutluluğuyla iç huzurunuzdan daha önemli olamaz.Eğer her işi tamamlama saplantınız varsa gerçek bir mutluluğa hiç bir zaman kavuşamazsınız,işin gerçeği şudur ki,hemen herşey bekleyebilir,iş hayatımızda gerçekten ivedi sınıfına giren çok az şey vardır.Yeterince dikkat verirseniz her iş zamanında bitirilir.
Yaşamın amacı her işi bitirmek değil,bu yolda atılan her adımın tadını çıkararak sevgi dolu bir yaşam sürmektir.Bunu kendimi hatırlattıkça iş listemi tamamlama saplantımı daha kolay kontrol altına alabiliyorum.Unutmayın ki öldüğümüz zaman hala iş listenizde tamamlanmamış işler olacak.Ve...bu işleri sizin yerinize başka biri yapacak!O halde artık yaşamımızın değerli anlarını sonradan pişman olacağınız şekilde harcamayın...
Denizciliği, Türk'ün büyük milli ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız. M.Kemal ATATÜRK
Anasayfa » Arşiv Ocak 2015
3 Ocak 2015 Cumartesi
Ufak Seyler
Çoğu zaman kendimizi kaptırıp bazı şeyleri fazla dert ederiz ama yakından bakınca,bunlar hiç de öyle büyütülecek şeyler değildir.Tüm dikkatimizi küçük sorunlara yöneltip onları normal boyutlarının çok üstüne çıkarırız.Örneğin trafikte bir araç önünüzü kesebilir.Oluruna bırakıp yolumuza devam etmek yerine,öfkelenmeyi kendimize hak buluruz.Kafamızda hayali bir kapışma yaratırız.Hatta çoğumuz bu olayı unutmak yerine başkalarına da anlatırız. Peki,neden öbür sürücüyü nerede kaza yaparsa yapsın diye bırakmayız sanki?O kişiye acımayı deneyin ve öyle bir telaşı yaşamanın ne kadar zor olabileceğini düşünmeye çalışın.Bu yolla kendimizi daha çok kollamış ve diğer insanların sorunlarını üstlenmekten kaçınmış oluruz. Günlük yaşamlarımızda oluşan buna benzer daha pek çok "ufak şeyler" vardır.Bu uzun bir kuyrukta beklemek olabilir,haksız eleştirilere uğramak ya da yapılacak bir işin bütün hamallığını üstlenmek olabilir;ufak şeyleri dert etmeyerek neler kazanabileceğinizi göreceksiniz. Pek çok insan yaşam enerjilerinin büyük miktarını ufak şeyleri dert ederek harcadıkları için,yaşamın güzelliğini ve büyüsünğ tümüyle ıskalamaktadır.Çabalarını bu hedefe doğru yönelttiğiniz takdirde daha sevecen ve ılımlı olabilmek için kendinizde çok daha fazla enerji bulacaksınız.
1 Ocak 2015 Perşembe
Tarıhın en buyuk denız kazaları
Goya (1945)
Alman yük gemisi MV Goya, 16 Nisan 1945'te Baltık Denizi'nde Sovyetler Birliği'ne ait bir denizaltı tarafından vurulduğunda 6 bin 100 kayıtlı, yüzlercesi de kaçak yaklaşık 8 bin kişi taşıyordu. Sadece 7 dakika içinde batan gemiden 183 yolcu kurtulabildi. 6 binden fazla kişi, ya patlama sonucu ya da buz gibi denizde boğularak veya donarak can verdi. Kaza, dünya denizcilik tarihinin savaş dönemindeki ikinci en büyük kazası oldu.
Dona Paz (1987)
Barış döneminin en büyük deniz kazası ise 20 Aralık 1987'de Filipinler'de yaşandı. Yaklaşık 4 bin 500 kişiyle Leyte Adası'dan Filipinler'in başkenti Manila'ya giden Dona Paz feribotu, Tablas Boğazı yakınlarında 8 bin 800 varil benzin taşıyan petrol tankeri MT Vector ile çarpıştı. Çarpışmanın hemen ardından çıkan yangın, feribota yayıldı. Tankerden dökülen benzin, gemilerin çevresini de bir alev deniziyle çevirdi. Feribot yolcularından sadece 24'ü kurtulmayı başardı. Tahmini ölü sayısı 4 bin 375 olarak açıklandı. Vektor'un 13 kişilik mürettebatından ise sadece 2 kişi hayatta kalabildi.
Kiangya (1948)
Binlerce kişiyi taşıyan Kiangya buharlı vapuru, Şanghay'ın 80 kilometre güneyindeki Huanghu Nehri'nin ağzında havaya uçtuğunda takvimler, 4 Aralık 1948'i gösteriyordu. Vapurun, II. Dünya Savaşı sırasında Japon donanması tarafından yerleştirilen bir mayına çarparak infilak ettiği sanılıyor. Yaklaşık 4 bin kişinin ölümüne neden olan kazadan sadece 700 kişi kurtulabildi.
Lancastria (1940)
II. Dünya Savaşı sırasında İngiltere hükümetinin Fransa'daki vatandaşlarının tahliyesi için gönderdiği Lancastria gemisi, 17 Kasım 1940'da Alman savaş uçaklarının saldırısına uğradı. Fransa'nın St. Nazair liman kenti açıklarında 20 dakika içinde batan gemide 4 binden fazla kişi yaşamını yitirdi. Gemiden sızan bin 400 ton yakıt, geminin çevresini alevlerle sardığı için kurtulmak için suya atlayanlar yanarak öldü. Kazazedelerin yardımına koşan diğer gemiler, 2 bin 500 kişiyi kurtarmayı başardı.
Halifax faciası (1917)
Fransız askeri yük gemisi Mont-Blanc, 6 Aralık 1917'de Kanada'nın Halifax limanı yakınlarında Norveç gemisi Imo ile çarpıştığında ağzına kadar mühimmat doluydu. Çarpışmanın ardından yanmaya başlayan Mont-Blanc'ın 40 kişilik mürettebatı, patlamadan saniyeler önce suya atlayarak kurtulmayı başardı. Ancak Halifax kentini harabeye çeviren patlamalarda 2 binden fazla kişi yaşamını yitirdi, 9 bin kişi de yaralandı.
Sicilya donanma faciası (1707)
İngiliz donanmasına ait dört gemilik bir filo, 22 Ekim 1707'de Cebelitarık'tan Portsmouth'a giderken Sicilya'nın batısındaki kayalıklara çarparak battı. HMS Association, HMS Eagle, HMS Romney ve HMS Firebrand gemilerindeki yaklaşık 2 bin denizci kazada can verdi.
Le Joola (2002)
Senegal'e ait Le Joola feribotu, 26 Eylül 2002'de saat 23.00 sıralarında Gambia açıklarında alabora oldu. 600 kişi kapasiteye sahip feribotta yaklaşık 2 bin kişi bulunuyordu. Aşırı yüklü geminin, fırtına nedeniyle beş dakika içinde battığı belirlendi. Barış zamanının en büyük ikinci deniz faciası olarak tarihe geçen kazada bin 863 kişi öldü. Kurtulmayı başaran 64 kişi arasında sadece bir kadın vardı.
Titanik (1912)
Dünya tarihinin en çok bilinen, çok sayıda romana ve filme konu olan deniz kazası, 15 Nisan 1912'de Atlas Okyanusu'nun kuzeyinde meydana geldi. Asla batmayacağı ileri sürülen lüks yolcu gemisi Titanik, ilk seferinde 2 bin 223 yolcu ve mürettebatla İngiltere'nin Southampton kentinden New York'a gidiyordu. Gemi, 15 Nisan'da aniden ortaya çıkan bir buzdağına çarptığında saatler 23.40'ı gösteriyordu. Gemi, saat 02.20'de okyanusun karanlık sularına gömüldü. Kazada bin 514 kişi öldü. Bunlardan bazıları, buz gibi sularda donarak can verdi. Birkaç saat sonra kaza yerine ulaşan Carpathia gemisi, 710 kişiyi kurtardı.
Lusitania (1915)
I. Dünya Savaşı sırasında New York'tan İngiltere'nin Liverpool kentine giden İngiliz yolcu gemisi Lusitania, 7 Mayıs 1915'te İrlanda açıklarında Alman denizaltısı fırlattığı bir torpido tarafından vuruldu. Dönemin en büyük gemisi olarak ün yapan Lusitania, vurulduktan sonraki 18 dakika içinde battı. Gemide bulunan bin 959 kişiden sadece 761 kişi kurtulabildi. Bin 198 kişi kazada yaşamını yitirdi. Tüm dünyanın tepkisini çeken kaza, ABD'nin savaşa dahil olmasının en büyük nedenlerinden biri oldu.
Toya Maru (1954)
Japonya'ya ait feribot Toya Maru, 26 Eylül 1954'te Hokkaido ve Honşu adaları arasındaki Tsugaru Boğazı'nı geçerken Marie Tayfunu nedeniyle battı. Kazada bin 153 kişinin öldüğü açıklandı. Ancak feribota biletsiz binen çok sayıda yolcu olduğu için tam ölü sayısı hiçbir zaman kesinlik kazanmadı.
USS Indianapolis(1945)
Tinian'daki ABD hava üssüne ilk atom bombasının en önemli parçalarını taşıyan donanma gemisi USS Indianapolis, 30 Temmuz 1945'te Japon denizaltısı I-58'in saldırısına uğradı. 12 dakika batan gemi, bin 196 mürettebattan 300'ünü denizin derinliklerine götürdü. Filikalarla batan gemiden kurtulmayı başlayan 900 denizci, köpekbalıklarının cirit attığı sularda aç susuz günlerce kurtarılmayı bekledi. Bölgede devriye gezen PV-1 Ventura gemisi, yardımlarına koştuğunda yarısından çoğu için artık çok geçti. PV-1 Ventura, sadece 317 denizciyi kurtarabildi.
El Selam Boccaccio 98 (2006)
Suudi Arabistan'ın Duba kentinden Mısır'ın güneyindeki Safaga'ya doğru yelken açan El Selam Boccaccio 98 feribotu, 3 Şubat 2006'da Kızıl Deniz'de battı. Bin 312 yolcu ve 96 mürettebat taşıyan gemiden sadece 388 kişi kurtulabildi. Feribot, yaklaşık bin kişiye mezar oldu.
Estonia (1994)
RORO gemisi Estonia, 28 Temmuz 1994'te Baltık Denizi'nin buz gibi sularına gömüldü. Yapılan incelemeler, geminin pruva kısmındaki bir kapağının açık kalması nedeniyle su aldığını ortaya çıkardı. 852 kişinin yaşamını yitirdiği kazadan 137 kişi kurtuldu.
Princess of the Stars (2008)
Filipinler'e ait Princess of the Stars adlı feribot, 21 Haziran 2008'de San Fernando açıklarında Fengşen Tayfunu'na yakalanarak alabora oldu. Gemide bulunan 747 kişiden sadece 57'si kurtuldu.
Ertuğrul Fırkateyni (1890)
Türkiye tarihinin en büyük deniz faciasını 16 Eylül 1890'da yaşadı. Dönemin Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid, 1887'de Japonya İmparatoru Komeii'nin yeğeninin bir savaş gemisiyle İstanbul'u ziyaret etmesinin ardından Japonya’ya bir heyet göndererek iade-i ziyaret yapılmasını emretti. Donanmanın en güzel gemisi kabul edilen Ertuğrul Fırkateyni, II. Abdülhamid’den Japon İmparatoruna mücevherli imtiyaz nişanı ve diğer hediyeleri götürecekti. Temmuz 1889’da İstanbul’dan yola çıkan gemi, uğradığı ülkelerin halkları tarafından törenlerle karşılandı. Gemi, 11 aylık yolculuğun ardından 7 Haziran 1890'da Japonya’nın Yokohama Limanı'na vardı. Üç ay Japonya'da kalan gemi, İstanbul'a dönmek üzere 15 Eylül 1890'de Yokohama Limanı’ndan ayrıldığında dönüşü olmayan yolculuğu da başlamış oldu. Kuşimoto Adası açıklarında tayfuna yakalanan Ertuğrul Fırkateyni, 16 Eylül 1890’da kayalara çarparak battı. Kazada 587 denizci şehit oldu. Kurtulmayı başaran 69 denizci, Japonya imparatorunun talimatıyla Hiei ve Kongo adlı iki askeri gemi ile İstanbul’a gönderildi. Türk ve Japon halklarını birbirine yakınlaştıran kazanın kurbanları için 1891'de Kuşimoto'da bir anıt inşa edildi.
Üsküdar faciası (1958)
Cumhuriyet tarihinin en büyük deniz kazalarından biri İzmit Körfezi'nde meydana geldi. İzmit ile Değirmendere arasında sefer yapan Üsküdar feribotu, şiddetli lodos nedeniyle 1 Mart 1958'de battı. 272 kişinin yaşamını yitirdiği kazadan sadece 39 kişi kurtulabildi.
Barbaros Hayrettın Pasa'nın Hayatı ( Hızır Reıs )
Tüccardı, korsan oldu. Akdeniz'i Avrupalı denizcilere dar etti.Korsandı, bir ülkeye hükümdar oldu.Avrupalı hükümdarlarla savaştı.Hükümdardı, Osmanlı'ya sığındı, hükümdarı olduğu ülkeye vali olarak geri döndü.Mavi sularda Fransız, İspanyol, Ceneviz ve Venedikli denizcilerle savaştı...
Başarısı üzerine Kanuni Sultan Süleyman tarafından Osmanlı donanmasının kaptanlığına Kaptan-ı Derya'lığa getirildi.
Bir zamanlar İtalyanlar tarafından, muhtemelen dış görünüşünden dolayı, Barbarossa (Latincede Kırmızı Sakal) olarak isimlendirilen bu büyük denizci, korsanlıktan donanma komutanlığına atanan tek denizci olmasıyla da tarihe geçmeyi hak etmiş, tarih onu 'Barbaros Hayrettin Paşa' olarak bağrına basmıştı.
Asıl adı Hızır'dı. Barbaros Hayrettin Paşa olana kadarda Hızır Reis olarak mavi sularda yelken basacaktı. Hayrettin adı daha sonradan hizmetine girdiği Kanuni Sultan Süleyman Tarafından verilecekti.
Hayrettin; yani dine hayrı dokunan manasında.
Peki bir zamanların korsanı Hızır Reis'in dine ne hayrı dokunmuştu? İşte denizlerin hakimi Hızır Reis'in soluk kesen macerası...
Kardeşler zamanla korsanlıkla yetinmeyip, işi büyüttüler. Akdeniz'in Kuzey Afrika kıyılarından toprak kazanmaya soyundular. 1516-1517'de Akdeniz'in diğer bir gücü İspanyolları saf dışı ederek Cezayir'in Tenes, Tlemsen ve Oran şehirini ele geçiren kardeşler,
ülkenin hakimi konumuna geldi. Oruç Reis Cezayir hükümdarı ilan edildi. Lakin İspanyollar, Akdeniz'i korsan kardeşlere bırakmaya niyetli değildi.
Cezayir'i geri almak için Araplarla birleşerek Cezayir'e saldırdılar.
Savaşta kardeşlerden İshak ve Oruç hayatını kaybetti.
Kardeşlerini kaybeden Hızır Reis, bir süre önce sıcak ilişkiler kurmuş oldukları saraydan yardım istedi.
Yavuz Sultan Selim, 'Hak Taala, dünya ve ahirette Oruç ve Hayrettin kullarımın yüzleri ak eylesin, kılıçları keskin, düşmanları mahkur, denizde ve karada gazaları mansur olsun. Daima muzaffer olalar!' diyerek, Hızır Reis'i Cezayir beylerbeyliğine atayarak koruması altına almıştı.
Bu arada Barbaros'un deyişiyle, Kutsal Roma İmparatoru V.Charles'ın (Türkiye'de Şarlken ve Karlos olarak da bilinir) Cezayir'de gözü vardı ve kendisini şöyle tehdit ediyordu:
'Ağan ölmüş, leventlerinin çoğu kılıçtan geçirilmiş, kolun kanadın kırılmıştır. Ağan olmayınca sen kimsin ki en kudretli Hıristiyan hükümdarı bana kafa tutacaksın? Ne yapmayı ümit edebilirsin?
Gemilerini ve leventlerini alıp Cezayir'den çek git, bir daha da zinhar Afrika'ya ayak basma.
Bu sana son lütfumdur. Yakında Cezayir'e derya dolusu gemi yollamam mukadderdir. Seni hala oralarda bulup ele geçirirsem, akıbetin vahim olur.'
Her ne kadar Barbaros, Charles'ın bu tehdidini, 'Şimdi Cezayir'i benim elimden almak hiçbir dünyevi kudretin iktidarı dahilinde değildi. Çünkü ülke benim değil, Şevketlü hakanımız Selim Han'ındı. Şimdiye kadar bir Osmanoğlu'nun elinden alındığınıda kimse işitmemişti.'diyerek karşılasa da, İspanyollara kaybetmesi üzerine donanmasıyla birlikte deniz gücünü koruyarak Şerşel Adaları'na çekildi.
Yıllarca birlikte yelken açtıkları Oruç'un kaybı, Barbaros'a çok dokunmuştu. 'Ağamın şehadet haberi Cezayir'e geldikte ben artık bir tek gaye için yaşamaya azmettim. O da, ağamın yolunda gitmek, Afrika'yı ve Akdeniz'i kafirlere dar etmek gayesiydi.' diyecekti, yıllar sonra o günleri hatırlarken.
Bir süre sonra Avrupa'nın Akdeniz kıyısına seferler düzenleyen Hızır Reis, 1530'da Cezayir'i tekrar geri almış, bir yıl sonra Şarşel'de kendisini kıstırmak isteyen ünlü Cenevizli Amiral Andrea Doria'yı mağlup etmişti. Bu Doria ile ilk karşılaşmalarıydı, ama sonuncusu olmayacaktı. Bu esnada Osmanlı tahtına Kanuni Sultan Süleyman geçmişti.
Andrea Doria'nın Osmanlı yönetimindeki Mora kıyılarına dadanması, Kanuni'yi rahatsız etmişti.
Haber salınarak Hızır Reis, İstanbul'a çağrıldı. Onu büyük bir görev bekliyordu...
Hızırlıktan Barbaros Hayrettinliğe...
Yirmi gemisi ve on dokuz büyük kumandanıyla 27 Aralık 1533'de İstanbul'a ulaşan Hızır Reis, büyük bir şaşa ile Topkapı Sarayı'na götürüldü. Kanuni, Divan-ı Hümayun'u toplayarak, Hızır Reis'i, Osmanlı donanmasının komutanlığına tayin ettiğini duyurdu. O artık Kaptan-ı Derya idi.
Diğer bir deyişle Denizlerin Kaptanı'ydı. Kanuni aynı zamanda kendisine 'Dine faydası dokunan' manasına gelen Hayreddin ismini de vermişti. Böylelikle Barbaros Hayretti efsanesi de başlıyordu.
Osmanlı'nın gücüyle taçlanan büyük denizci, 1534'te Akdeniz'e açılarak İtalya kıyılarına seferler düzenlemiş, Tunus'un kontrolünü ele geçirmişti. Ama bir kez daha karşısına Andrea Doria yönetimindeki Haçlı donanmasının çıkmasıyla, Tunus'tan çekilerek, İstanbul'a döndü. 1536'da daha güçlü bir donanmayla yeniden Akdeniz'e yelken açan Hayrettin Paşa, İtalya kıyılarına düzenlediği seferler ardından, Ege Denizindeki Vendik adalarını Osmanlı topraklarına kattı.
Osmanlının Akdeniz'deki etkinlik sahasının genişlemesinden rahatsız olan Papa, bu gidişe bir son vermek için harekete geçti. Denizden yapılacak haçlı seferine start vermesiyle de ; Akdeniz'in etkin deniz güçlerinden İspanya,Vendik,Malta,Portekiz ve Ceneviz gemilerinden müteşekkil haçlı donanması hazırlandı. Başına da Barbaros'u gayet iyi tanıyan bir isim; Andrea Doria getirildi. Akdeniz'de kozlar paylaşılacaktı...
Preveze'deki büyük buluşma
Haçlı Donanması savaşın ilk ayağında, Osmanlılara ait Preveze Kalesi'ni kuşattı. Arta Körfezi'nin girişine hakim bu kaledeki Türk topçularının bertaraf edilmesi gerekiyordu. Zira onları aşmadan körfeze girmek zordu. Barbaros komutasındaki Osmanlı donanması 24 Eylül 1538'de Arta Körfezi'ne girmişti.
Top menzilinden çıkıp açık denizde Osmanlı'yla savaşmak isteyen Andrea Doria, 25 Eylül 1538'de bazı gemileri yem olarak öne sürdü. Yaşanan ufak çaplı bir çatışmanın ardından gemilerin geri dönmesiyle birlikte bu kezde, Barbaros'un kendilerini takip etmesi için Preveze açıklarında donanmasını demirletti. Doria'nın bu restini gören Barbaros, savaş pozisyonu alarak, topçu ateşiyle doğrudan düşman donanmasını hedef aldı. Doria'nın güçlerini ortadan yarıp, bütünlüklerini bozmak istiyordu. Topçu ateşi ile birlikte kırk kadar Osmanlı gemisi, doğrudan Haçlı donanmasının ortasına yüklenince paniğe kapılan Doria, Korfu Adası'na doğru çekilmeye başladı. Karanlık bastırmıştı. Düşmanı takip etmek zorlaşınca, Osmanlı donanması körfeze demirledi. Osmanlı Savaş Divanı, Durum değerledirmesi yapmak için toplandı.
Turgut Reis ve Salih Reis başta olmak üzere düşmanın gemilerinin büyüklüğünden ötürü tereddütleri vardı. Körfezde savunma pozisyonunda kalınmasın yönünde beyanı olan paşalarına karşın Barbaros, Donanmasındaki gemilerin ufak ama daha atik olduğuna inanıyordu. Bu hamle üstünlüğü sağlayabilirdi. Ayrıca kendi topları da daha uzun menzilliydi. Karar verildi. Savaş devam edilecek, üstelikte doğrudan hücum edilecekti. Sabahın ilk ışıklarıyla Haçlı Donanması'nın üzerine yürüyen Barbaros'u karşısında gören Doria da savaş pozisyonu alınması emrini verdi.
Başarısı üzerine Kanuni Sultan Süleyman tarafından Osmanlı donanmasının kaptanlığına Kaptan-ı Derya'lığa getirildi.
Bir zamanlar İtalyanlar tarafından, muhtemelen dış görünüşünden dolayı, Barbarossa (Latincede Kırmızı Sakal) olarak isimlendirilen bu büyük denizci, korsanlıktan donanma komutanlığına atanan tek denizci olmasıyla da tarihe geçmeyi hak etmiş, tarih onu 'Barbaros Hayrettin Paşa' olarak bağrına basmıştı.
Asıl adı Hızır'dı. Barbaros Hayrettin Paşa olana kadarda Hızır Reis olarak mavi sularda yelken basacaktı. Hayrettin adı daha sonradan hizmetine girdiği Kanuni Sultan Süleyman Tarafından verilecekti.
Hayrettin; yani dine hayrı dokunan manasında.
Peki bir zamanların korsanı Hızır Reis'in dine ne hayrı dokunmuştu? İşte denizlerin hakimi Hızır Reis'in soluk kesen macerası...
Babası Gelibolu'dan bir sipahiydi. Ama kendisi (kesin olmamakla birlikte) 1467'de Midilli adasında doğdu.Kardeşi Oruç ile birlikte küçük yaşta denizciliğe ısındı.
İki kardeş deniz ticareti yaparlarken Rodos şövalyelerine esir düştü.Kimi tarihçilere göre bu olay kardeşlerin legal hayattan illegal sulara yelken açmasına yol açmış, korsanlık yapmaya karar vermişlerdi.
Ağabeyi Oruç ile birlikte Cebre Adası'nı karargah olarak kullanıp, Akdeniz kıyılarına seferler yapmaya başladılar.
Korsan olarak kötü ünleri hızla yayılıyordu...
Bu arada yaptıkları pazarlıklarla etki alanlarını da genişletiyorlardı. Tunus Sultanı Muhammed anlaşarak, Halkü'l-Vadi (La Gaulette) limanını, ganimetin beşte birini kendisine vermek koşuluyla kullanmaya başladılar.
Korsan kardeşler işi büyütüyor...
Bir süre sonra ağabeyleri İshak da onlara katılmıştı. Korsan kardeşler, ele geçirdikleri ganimet yüklü bir gemiyi 1512'de Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim'e gönderince, saray ile aralarındaki bağ da kurulmuş oluyordu.Saraya bu hediyeleri götürense ünlü denizci Piri Reis'den başkası değildi!Kardeşler zamanla korsanlıkla yetinmeyip, işi büyüttüler. Akdeniz'in Kuzey Afrika kıyılarından toprak kazanmaya soyundular. 1516-1517'de Akdeniz'in diğer bir gücü İspanyolları saf dışı ederek Cezayir'in Tenes, Tlemsen ve Oran şehirini ele geçiren kardeşler,
ülkenin hakimi konumuna geldi. Oruç Reis Cezayir hükümdarı ilan edildi. Lakin İspanyollar, Akdeniz'i korsan kardeşlere bırakmaya niyetli değildi.
Cezayir'i geri almak için Araplarla birleşerek Cezayir'e saldırdılar.
Savaşta kardeşlerden İshak ve Oruç hayatını kaybetti.
Kardeşlerini kaybeden Hızır Reis, bir süre önce sıcak ilişkiler kurmuş oldukları saraydan yardım istedi.
Yavuz Sultan Selim, 'Hak Taala, dünya ve ahirette Oruç ve Hayrettin kullarımın yüzleri ak eylesin, kılıçları keskin, düşmanları mahkur, denizde ve karada gazaları mansur olsun. Daima muzaffer olalar!' diyerek, Hızır Reis'i Cezayir beylerbeyliğine atayarak koruması altına almıştı.
Bu arada Barbaros'un deyişiyle, Kutsal Roma İmparatoru V.Charles'ın (Türkiye'de Şarlken ve Karlos olarak da bilinir) Cezayir'de gözü vardı ve kendisini şöyle tehdit ediyordu:
'Ağan ölmüş, leventlerinin çoğu kılıçtan geçirilmiş, kolun kanadın kırılmıştır. Ağan olmayınca sen kimsin ki en kudretli Hıristiyan hükümdarı bana kafa tutacaksın? Ne yapmayı ümit edebilirsin?
Gemilerini ve leventlerini alıp Cezayir'den çek git, bir daha da zinhar Afrika'ya ayak basma.
Bu sana son lütfumdur. Yakında Cezayir'e derya dolusu gemi yollamam mukadderdir. Seni hala oralarda bulup ele geçirirsem, akıbetin vahim olur.'
Her ne kadar Barbaros, Charles'ın bu tehdidini, 'Şimdi Cezayir'i benim elimden almak hiçbir dünyevi kudretin iktidarı dahilinde değildi. Çünkü ülke benim değil, Şevketlü hakanımız Selim Han'ındı. Şimdiye kadar bir Osmanoğlu'nun elinden alındığınıda kimse işitmemişti.'diyerek karşılasa da, İspanyollara kaybetmesi üzerine donanmasıyla birlikte deniz gücünü koruyarak Şerşel Adaları'na çekildi.
Yıllarca birlikte yelken açtıkları Oruç'un kaybı, Barbaros'a çok dokunmuştu. 'Ağamın şehadet haberi Cezayir'e geldikte ben artık bir tek gaye için yaşamaya azmettim. O da, ağamın yolunda gitmek, Afrika'yı ve Akdeniz'i kafirlere dar etmek gayesiydi.' diyecekti, yıllar sonra o günleri hatırlarken.
Bir süre sonra Avrupa'nın Akdeniz kıyısına seferler düzenleyen Hızır Reis, 1530'da Cezayir'i tekrar geri almış, bir yıl sonra Şarşel'de kendisini kıstırmak isteyen ünlü Cenevizli Amiral Andrea Doria'yı mağlup etmişti. Bu Doria ile ilk karşılaşmalarıydı, ama sonuncusu olmayacaktı. Bu esnada Osmanlı tahtına Kanuni Sultan Süleyman geçmişti.
Andrea Doria'nın Osmanlı yönetimindeki Mora kıyılarına dadanması, Kanuni'yi rahatsız etmişti.
Haber salınarak Hızır Reis, İstanbul'a çağrıldı. Onu büyük bir görev bekliyordu...
Hızırlıktan Barbaros Hayrettinliğe...
Yirmi gemisi ve on dokuz büyük kumandanıyla 27 Aralık 1533'de İstanbul'a ulaşan Hızır Reis, büyük bir şaşa ile Topkapı Sarayı'na götürüldü. Kanuni, Divan-ı Hümayun'u toplayarak, Hızır Reis'i, Osmanlı donanmasının komutanlığına tayin ettiğini duyurdu. O artık Kaptan-ı Derya idi.
Diğer bir deyişle Denizlerin Kaptanı'ydı. Kanuni aynı zamanda kendisine 'Dine faydası dokunan' manasına gelen Hayreddin ismini de vermişti. Böylelikle Barbaros Hayretti efsanesi de başlıyordu.
Osmanlı'nın gücüyle taçlanan büyük denizci, 1534'te Akdeniz'e açılarak İtalya kıyılarına seferler düzenlemiş, Tunus'un kontrolünü ele geçirmişti. Ama bir kez daha karşısına Andrea Doria yönetimindeki Haçlı donanmasının çıkmasıyla, Tunus'tan çekilerek, İstanbul'a döndü. 1536'da daha güçlü bir donanmayla yeniden Akdeniz'e yelken açan Hayrettin Paşa, İtalya kıyılarına düzenlediği seferler ardından, Ege Denizindeki Vendik adalarını Osmanlı topraklarına kattı.
Osmanlının Akdeniz'deki etkinlik sahasının genişlemesinden rahatsız olan Papa, bu gidişe bir son vermek için harekete geçti. Denizden yapılacak haçlı seferine start vermesiyle de ; Akdeniz'in etkin deniz güçlerinden İspanya,Vendik,Malta,Portekiz ve Ceneviz gemilerinden müteşekkil haçlı donanması hazırlandı. Başına da Barbaros'u gayet iyi tanıyan bir isim; Andrea Doria getirildi. Akdeniz'de kozlar paylaşılacaktı...
Preveze'deki büyük buluşma
Haçlı Donanması savaşın ilk ayağında, Osmanlılara ait Preveze Kalesi'ni kuşattı. Arta Körfezi'nin girişine hakim bu kaledeki Türk topçularının bertaraf edilmesi gerekiyordu. Zira onları aşmadan körfeze girmek zordu. Barbaros komutasındaki Osmanlı donanması 24 Eylül 1538'de Arta Körfezi'ne girmişti.
Top menzilinden çıkıp açık denizde Osmanlı'yla savaşmak isteyen Andrea Doria, 25 Eylül 1538'de bazı gemileri yem olarak öne sürdü. Yaşanan ufak çaplı bir çatışmanın ardından gemilerin geri dönmesiyle birlikte bu kezde, Barbaros'un kendilerini takip etmesi için Preveze açıklarında donanmasını demirletti. Doria'nın bu restini gören Barbaros, savaş pozisyonu alarak, topçu ateşiyle doğrudan düşman donanmasını hedef aldı. Doria'nın güçlerini ortadan yarıp, bütünlüklerini bozmak istiyordu. Topçu ateşi ile birlikte kırk kadar Osmanlı gemisi, doğrudan Haçlı donanmasının ortasına yüklenince paniğe kapılan Doria, Korfu Adası'na doğru çekilmeye başladı. Karanlık bastırmıştı. Düşmanı takip etmek zorlaşınca, Osmanlı donanması körfeze demirledi. Osmanlı Savaş Divanı, Durum değerledirmesi yapmak için toplandı.
Turgut Reis ve Salih Reis başta olmak üzere düşmanın gemilerinin büyüklüğünden ötürü tereddütleri vardı. Körfezde savunma pozisyonunda kalınmasın yönünde beyanı olan paşalarına karşın Barbaros, Donanmasındaki gemilerin ufak ama daha atik olduğuna inanıyordu. Bu hamle üstünlüğü sağlayabilirdi. Ayrıca kendi topları da daha uzun menzilliydi. Karar verildi. Savaş devam edilecek, üstelikte doğrudan hücum edilecekti. Sabahın ilk ışıklarıyla Haçlı Donanması'nın üzerine yürüyen Barbaros'u karşısında gören Doria da savaş pozisyonu alınması emrini verdi.
Osmanlı donanması Hilal pozisyonu alıyor
Barbaros yıllar sonra yakın silah arkadaşlarından Seyyid Muradi’ye padişahın isteği üzerine anılarını yazdırırken Preveze’deki atmosferi şöyle dile getirecekti*:
‘Başta İspanya, Vendik, Ceneviz, Papalık, Floransa, Malta donanmaları olmak üzere Kral Karlos’un (Charles’ı kastediyor) toplayıp Andrea Doria’nın emrine verdiği donanma büyüklüğünde bir donanmayı ben hayatımda görüp işitmediğim gibi tarih kitaplarında da okumadım. Düşmanın 600’den fazla gemisi vardı. Bunun 308’i harp teknesi olup, 120’si en büyük oturak gemilerdi. Donanmaya, kürek çeken on binlerce forsadan başka 60 bin asker bindirilmişti. Bazı gemilerde 2 binin üzerinde asker vardı. Yüzer gemi üzerinde derya gibi geziyorlardı, fakat hareketleri ağırdı. Benim 122 kadırgam vardı. Nakliye gemim yoktu, açık deniz muharebesinde yardımcı gemiye de ihtiyaç olmazdı. Forsalar dışında 20 bin levendim ve topçum vardı. Bu suretle iki tarafın insan sayısı forsalarla beraber 120 bin kişiyi buluyordu ki, bu kadar insanın derya yüzeyinde karşı karşıya gelmesi görülüp işitilmedikten başka, tasavvur dahi edilemezdi…’
Yarım ay şeklinde dizilen Osmanlı donanmasının merkezinde Barbaros Hayreddin Paşa, Sinan Reis, Cafer Reis ve Şaban Reis, sağ kanadında Salih Reis, sol kanadında ise Seydi Ali Reis bulunuyordu. Hilalin arkasındaki destek gemilerinde ise Turgut Reis komutasındaki Murat Reis Güzelce Mehmet Reis ve Sadık Reis bulunuyordu. Osmanlı’nın denizdeki tüm beyinleri, savaş düzeni almış, Akdeniz güneyi altında, ilk hamleyi bekliyordu. Haçlılar ise, en büyük boyutlu kalyonları en ön safta olmak üzere, arka arkaya üç hat halinde dizilmişlerdi. Kurt denizci Andrea Doria, öndeki kale gibi olan gemilerini bir tür siper ve koç başı olarak kullanmayı planlıyordu. Kendisi siperin ardında ortadaki saftan savaşı yönetecekti. Kumandası altındakiler ise , Akdeniz’in en dişli ve deneyimli savaşçı denizlerinden; İspanya-Portekiz kalyonlarının kumandasını Franco Doria, Venedik kalyonlarının kumandasını Vicenzo Cepello ve Papalık donanmasının komutanı Aquilea Patriği Marco Grimani gibi önemli isimlerdi.
Rüzgar kesiliyor, savaşın havası değişiyor
Gemi, asker ve silah üstünlüğünün yanı sıra, hava şartları da ilk etapta Haçlıların lehineydi. Kuzeyden esen güçlü rüzgarla yelkenlerini şişiren Haçlıların yüzen kaleleri, rüzgarın kesilmesiyle birlikte hamle üstünlüğünü kaybetti. İlk saftaki bu devasa kalyonlar sadece yelken gücüyle hareket edebildiği için bir anda hareketsiz kalıp arkadan gelenlerin manevra alanını daraltmıştı. Doria topçu ateşi emretse de, kısa menzilli toplar hedefe ulaşamayacaktı. Kürek gücüyle büyük bir hızla düşmana hamle eden manevra kabiliyeti yüksek küçük boyutlu Osmanlı savaş gemileri, uzun menzilli toplarıyla da hareketsiz kalan Haçlı donanmasını dövmeye başlamıştı. Doria, arka safta beklettiği kadarıyla hamle yapıp çıkmaya çalışsa da, yoğun ateşten dolayı başarılı olamadı. Bu arada Osmanlı’yı kuşatma hamleleri de atak Osmanlı gemilerinin süratli yer değişmesiyle akamete uğruyordu. Haçlı donanmasındaki koordinasyon bozulunca, Osmanlı’nın arka safında bekleyen Turgut Reis, Barbaros’un emriyle düşmanı arkadan çevirdi. İki ateş arasında çevrilen Haçlılar geri çekilip akşam karanlığına sığındı. Sabah olduğunda yellerinde yeller esiyordu. Haçlı donanması 128 gemisini kaybetmiş, 29’u da Osmanlı denizcileri tarafından ele geçirilmişti. Barbaros hiçbir gemisini kaybetmezken, dört yüz kadar denizi şehit olmuştu. 27 Eylül 1538, Preveze Zaferi olarak tarihe kaydedilirken, Barbaros da, ‘Akdeniz’i Türk gölü yapan kumandan’ unvanıyla gönüllere giriyordu.
Osmanlı’yı Akdenz’in patronu yaptı
Preveze ile neler değişmişti? Öncelikle kendisi de bir zamanlar korsan olan Barbaros’un zaferiyle, Akdeniz’de Avrupa destekli korsanların önüne geçilmiş oldu. Denizlerde mal ve can güvenliği emniyeti sağlanırken, deniz ticareti daha rahat yapılır oldu. Kuzey Afrika’daki İslam devletlerine, Avrupa saldırılarına karşı koruma sağlamış oldu. Aynı zamanda hacıların deniz yoluyla hacca gitmesinin de önünü açmıştı. Preveze Savaşı, 1571’deki Lepanto Savaşı’na kadar sürecek dönemde, Osmanlı’yı Akdeniz’in hakim gücü yapmıştı.
Haçlılar denizde kaybetse de, masada kazanma girişimlerinden vazgeçecek gibi değildi. İmparator Charles, Akdeniz’deki hakimiyeti kazanmak için ilginç bir yönteme başvurarak, Barbaros’a rüşvet teklif etmeyi denedi. Teklifine göre Barbaros’u Kuzey Afrika topraklarının hükümdarı olarak tanıyacak ve kendisine vergi ödeyecekti. Ama bir şartı vardı; padişaha ihanet etmesini istiyordu. Barbaros’tan yeşil ışık alamayınca tekrar silaha sarılmaktan başka çaresi kalmamıştı.
1541’de Haçlılar, Charles komutasında ve Andrea Doria ile birlikte İspanyol, Alman, İtalyan, Flaman ve Maltalı asilzadelerin emrindeki 36 bin savaşçı ve 516 gemilik birleşik Avrupa Donanması’yla Cezayir önüne geldiler. Preveze’nin alacaklardı lakin, bu kez Barbaros’un paşalarından Hasan Reis, 9 bin kişilik ordusuyla Charles ve donanmasını hezimetle tanıştırdı.
Hezimeti tadanlar arasında, Doria ile birlikte donanmanın ağır toplarından olan, İspanyolların ünlü denizcisi ve kaşifi Cortes de bulunuyordu!
Bir süre sonra İspanya’nın Avrupa’daki rakiplerinden Fransa, İspanyollara karşı Osmanlı’dan yardım talep edince, Barbaros’a bir kez daha sefer yolu gözükecekti. Padişah’ın emriyle 30 bin asker ve 150 gemiyle yola çıkan Barbaros, 20 Temmuz 1543’de Fransa’nın Mersilya limanına girdi. 20 Ağustos 1543’de mahiyetindeki Fransa Donanması Amirali Duc D’Enghien ile birlikte Nice şehrini alan Barbaros, Fransızlardan yeteri kadar destek alamayınca, şehri kurtarmaya gelen Doria’nın donanması karşısında Toulon’a çekildi. Şehir bir süre Osmanlı hakimiyetinde kalırken, Osmanlı Donanması da sekiz ay kadar şehirde demirledi. Barbaros’un kumandanları Salih ve Hasan reisler yaptıları akınlarla İspanya ve İtalya kıyılarını vururken, Barbaros da İspanyolları Fransızlarla Crespy Barışın’nı yapmaya zorlayarak görevini tamamlamış oldu.
Ömrünün son iki yılını, aşağı olduğu denizden uzak geçiren büyük denizci, Beşiktaş’taki konağında 4 Temmuz 1546 günü Kadir Gecesi vefat ettiğinde, arkasında deniz tuzuna bulanmış parlak bir askeri kariyer ve zaferler ve fetihlerle donanmış macera dolu bir hayat hikayesi bırakıyordu.
KAYNAK:
Ali Çimen-Tarihi Değiştiren Askerler
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)